Demokrasisi oturmuş Hukuk Devletlerinde fikir ve düşünce özgürlüğü en az yaşam hakkı kadar önemli ve değerlidir. Demokrasi tahammül rejimidir en önemlisi de toplumun genelinin uygun görmediği, doğru bulmadığı fikir ve düşüncelerin de özgürce açıklanabildiği ve bu açıklamalar nedeniyle linçe uğranılmadığı veya cezai takibata maruz kalınmadığı rejimin adıdır. Hukuk düzeni de toplumun genelinin hoş görmediği, doğru bulmadığı hatta lince uğrattığı fikir ve düşüncelerin özgürlüğünü de korumalıdır. Günümüz Türkiye’sinde bu yukarıda bahsedilen fikir ve düşünce özgürlüğü ortamından her geçen gün uzaklaşılması, fikir ve düşünce özgürlüğüne tahammülün hiç kalmaması ve bu duruma siyasi partilerin taraf şeklinde dahil olması ile konu daha vahim bir boyut almıştır. Vatan sevgisini ölçebilecek bir aygıt henüz icat edilmemişken artık kavramlar ve demeçler üzerinden çok rahat bir şekilde muhataplar diğerlerinin gözünde vatan haini veya vatansever olabilmektedir. Biz aşağıda imzası bulunan Barolar fikir ve düşünce özgürlüğünden yanayız, fikir ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü yaşam hakkı kadar önemli ve değerli görmekteyiz. özellikle bölgemizde Valiliklerce alınan Toplantı ve Gösteri yasağı kararlarının bu bağlamda değerlendirilerek bu yasaklara son verilmesini hukuk devletinin bir gereği olarak görmekteyiz.
Bölge Baroları her zaman Yaşam Hakkı’ndan ve barıştan yana olmuş, bu doğrultuda bir duruş sergilemiştir. Ülkenin en büyük sorunu Kürt sorunu özelinde demokrasi ve insan hakları sorunudur. Kendi iç meselelerini çözememiş, geçmişte tekrar tekrar denendiği ve bir neticeye varılamadığı halde Kürt sorununa yeniden güvenlikçi politikalarla ile çözüm aramış bir ülkenin, Suriye sorunu ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz olmuştur. Kürt meselesinin güvenlikçi politikalarla çözülemeyeceği açıktır. Bölge Baroları olarak Kürt Sorunun siyasal zeminde ve demokratik yollarla nihai ve kalıcı bir çözüme kavuşturulabileceğini uzun yıllardır dile getirmekteyiz. Bilindiği üzere tam da bu arzu ve talebimizi karşılayan kamuoyunda çözüm süreci olarak adlandırılan sürece toplum tarafından büyük bir destek ve teveccüh gösterilmiştir. Bu süreç başta bölgemiz olmak üzere tüm Türkiye Toplumunda büyük bir umut ve beklenti yaratmıştır. Ancak üzülerek belirtmek isteriz ki bu süreç sürdürülememiş ve tekrar çatışmalı ortama geri dönülerek Kürt sorunu şiddet sarmalına itilmiş, toplumun umut ve beklentileri askıya alınmıştır. Siyasi sürecin bölgedeki bütün olumsuzluklarına rağmen demokratik zeminde çözüleceğine inanan bölge halkının; Kürt sorunun çözümüne dair istemi siyaset kurumları tarafından göz ardı edilmeden şiddet ve güvenlikçi yaklaşımlardan uzaklaşılarak çözülmesidir. Bölge Baroları olarak; güvenlikçi yöntemlerin en son seçenek dahi olsa ortadan kaldırılması, var olan sorunların müzakere ve diyalog yoluyla çözülmesi, evrensel insan hakları ışığında yaşam hakkının ve barış hakkının bölgemizde yaşayan insanlara da tanınması gerekliliğini ısrarla vurguluyoruz. Bu vesile ile Kızıltepe, Nusaybin, Ceylanpınar, Akçakale, Suruç ve bölgenin değişik yerlerinde hayatlarını kaybeden sivil vatandaşlarımıza Allahtan rahmet diliyor, bölgemizin kaderi olan acıların da artık son bulmasını istiyoruz.
Olağanüstü hal sürecinin sona ermesiyle birlikte ülkede normalleşme sürecine gidilmesi yönündeki beklentimiz; Kanun Hükmünde Kararnamelerle yapılan ihraçların getirdiği mağduriyetler, memurluğa kabulde getirilen güvenlik soruşturmaları, toplumda her geçen gün artan milliyetçi, ve şovenist söylemler, bu söylemlerin bir kısım siyasiler tarafından desteklenmesi dolayısıyla hayal kırıklığı yaratmıştır. Mahkeme kararı ile Beraat kararı alanlar yine bizzat Savcılık makamları tarafında hakkında Takipsizlik kararı verilenler ve haklarında herhangi bir soruşturma olmadığı halde sırf KHK ile ihraç edildiği için tekrar memurluğa kabul edilmeyen vatandaşlardan kaynaklı ciddi mağduriyetler devam etmektedir. Memur alımında güvenlik soruşturmaları nedeniyle yaşanılan hukuksuzluklar bölgemizin kanayan yarası haline gelmiş gerçekliği her anlamda tartışmalı, sadece kendisi ile ilgili değil aile bireylerini de kapsayan, kimin tarafından ve ne amaçla tutulduğu belli olmayan tamamen afaki istihbari bilgiler sebebiyle kişilerin devlet memuru olunması engellenmektedir. İş bu güvenlik soruşturmaları nedeniyle suç ve cezaların şahsiliği ilkesi başta olmak üzere pek çok evrensel hukuk normu ihlal edilmektedir. Bu konuda Devlet Memurları kanunda memurluğa alım usul ve kuralları yeterli ve uygunken buna ek olarak güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanması kriterinin getirilmesinin Hukuk Devleti ilkesi ile bağdaşmadığını ve bu uygulamadan biran önce vazgeçilmesi gerektiğini talep etmekteyiz. Toplum nezdinde her geçen gün artan milliyetçi-şovenist söylemler ve bu söylemlerin bir kısım siyasiler tarafından desteklenmesi endişe vericidir. Nitekim bu söylemler yüzünden ülkenin çeşitli yerlerinde kürt vatandaşlarına saldırılar olmuş ve ne yazık ki bu saldırılar dolayısıyla hayatını kaybeden kürt vatandaşları olmuştur. Bu ırkçı ve şovenist yaklaşımlara gerekli siyasi ve yargısal tavrın gösterilmemiş olması ayrıca endişe vericidir. Milliyetçi ve şovenist yaklaşım kısa vadede taraftar toplayabilir ancak uzun vadede onarılması güç toplumsal kırılmalara yol açma tehlikesini taşımaktadır. Dolayısıyla başta siyasiler olmak üzere tüm kesimleri bu konudaki söylem ve tutumlarından vazgeçmeye davet ediyoruz.
Bölgemizde son dönemlerde tedirginlik yaratan durumlardan biri de belediyelere yapılan ve halen devam eden kayyum atamalarıdır. Anayasa’nın ve Belediye Kanunu’nun açık hükümleri gereğince Belediye Başkanları yönünden görevden uzaklaştırma tedbirine başvurabilmek için görevi gereği işlenen bir suç olması gerekir. Ancak görevden uzaklaştırmaya gerekçe olarak gösterilen, görevi sebebiyle işlendiği ileri sürülen sebeplere dayalı olarak, başkanlar hakkında cezai soruşturma dahi bulunmamaktadır. Kayyum atama kararından bugüne kadar toplumdaki tedirgin hal devam etmektedir. Toplum, sandıktan çıkan sonucun aksine yönelik her türlü eylemi veyahut kararı, halk iradesinin ortadan kaldırılması olarak değerlendirmektedir. Halk iradesinin üstünde hiçbir irade bulunmamakta, alınan kayyum kararları ile halkın seçme iradesi yok sayılmaktadır. Bu uygulamalara Cumhuriyet Bayramının kutlandığı günde de devam edilmesi ve Cumhuriyeti savunan kesimlerce de sessiz kalınarak kabullenilmesi manidardır. Zira görevi sebebiyle suç işleyen bir başkan görevden alınsa dahi, meclisin kendi içinde bir başkan vekili seçerek işlemlerini yürütme imkânı varken bu imkân ortadan kaldırılmış, kayyum atanması nedeniyle bugüne kadar Belediye meclisleri fiili olarak feshedilmiştir. Halkın seçtiği hiçbir meclis üyesi, hiçbir şekilde görevini yapamamaktadır. Bu nedenle demokrasinin kalbi olarak nitelenen sandığın kayyum kararıyla işlevsiz hale getirilmiş olması, hukuk devleti ilkesine ve demokrasimize ağır bir hasar vermiştir. Demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, kanunun amacının ve kamu yararının dikkate alınarak Belediye Başkanlarının görevlerine iadelerini ve bundan sonra kayyum uygulamasına son verilmesini talep etmekteyiz.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av.Prof.Dr.Metin Feyzioğlu’nun son dönemlerde kamuoyunda değişik anlamlara gelebilecek söylem ve tavırlarına katılmadığımızı,TBB Başkanın görev alanı içinde olmayan açıklamaları ile bazı baro ve baro başkanlarını hedef alan açıklamalarını kınadığımızı belirtir, bir kez daha kendisini Temel Hak ve özgürlükleri korumaya ve hukukun üstünlüğünü savunmaya davet ediyoruz.
Adıyaman Barosu Ağrı Barosu Batman Barosu
Bingöl Barosu Bitlis Barosu Dersim Barosu
Diyarbakır Barosu Hakkari Barosu Mardin Barosu
Muş Barosu Siirt Barosu Şanlıurfa Barosu
Şırnak Barosu Van Barosu